Aşk her şeyi affeder mi? - Sefirin Kızı

Cinsel ilişkinin ortasında kadının bakire olmadığını fark edip kadını hırpalayan ve evden kovan bir erkeğin başından geçen son derece acıklı olayları anlatan Sefirin Kızı dizisi yeterince linç yediği için tekrar tekrar aynı şeyleri söylemeyeceğim. Zaten aynı mantıkla yapılan ilk dizi değil. Dizi tarihimiz tecavüz, aşağılanma, hakaret, fiziksel ya da psikolojik şiddet, sevişmenin intikam aracı olarak görülmesi vb. bir çok şeyin affettirildiği örneklerle dolu. Dizilerimizde aşkı anlatmak için en çok kullanılan imge “kadın affetme sınırını zorlamak” Bu sınır ne kadar zorlanırsa o kadar büyük bir aşk yaşandığı düşünülüyor ve maalesef son dönem dizilerimizin hemen hemen hepsi aynı mantıkla yazılıyor. 

Bizden önceki nesiller, sevdiği kadın için zehri içen Romeo, dağları delen Ferhat, kendini çöllere vuran Mecnun ya da aşık olduğu kızın her derdiyle uğraşan Darcy gibi aşkları dinlemişken biz öyle bir döneme denk geldik ki bizden 70’lerin ünlü filmi İffet gibi aşkları dinlememiz, izlememiz ve hatta etkilenmemiz bekleniyor. Hatırlarsanız Müjde Ar’ın -maalesef henüz toplum hafızasından silinmemiş- bu ünlü filminde İffet, Cemil’in her türlü pisliğini (tecavüz dahil) affetmiştir. Ben şahsen yeni nesil senaristlerimizin en büyük ilham kaynağının bu film olduğunu düşünüyorum. Ama orada en azından filmin sonunda İffet bunların aşk olmadığını anlıyordu. Bizim senaristlerimiz filmin sonunu görmeden uyumuş muhtemelen:) 

Elbette dram amacıyla yanlışlar, hatalar yazılır. Bunlar olmadan kurgunun anlamı olmaz çünkü. Ama artık çok farklı bir boyuta geçtiğimizi kabul etmek gerek. Eskiden ne kadar klişe olsa da “aşk ile değişen erkek karakterler” vardı. Şimdi aşık olduğu halde değişmeyen, hatta yanlışı daha da arttıran erkek karakterler izliyoruz. Senaristler aşkı dünyadaki en güçlü duygu olarak yazmayı çok sever. Aşk her şeyden güçlüyse eğer, neden bekarete yeniliveriyor? Aşık olduğu halde kadına şiddet uygulayan bir adamı ne değiştirebilir? Dünyanın en güçlü duygusu olduğu söylenen ”aşk” bunu engelleyemiyorsa ne engelleyecek? Sormadan edemiyorum: Aşk bu mu?

Ya da şöyle sormak lazım: Destansı aşk bu mu? Çünkü aşkın yanlış hali de anlatılabilir. Bazı aşkların sonu trajedi ile biter. Aşk-ı Memnu gibi. Fakat son zamanlarda yanlış olduğu apaçık ortada olmasına rağmen övülen ve normalleştirilen aşklar izliyoruz. Aşk-ı Memnu’nun “En doğru ve güzel aşk, Bihter ve Behlül’ün büyük aşkıdır” şeklinde anlatıldığını hayal edin. Garip olmaz mı? 

Dizi yazarlarının ısrarla bu karakterleri önümüze sürmesinin sebebinin onların çok sevilmesi olduğunu düşünebilirsiniz ama değil. İzleyici, senaristin yarattığı bu aşkın yerine daha güzel olanı seçmeye çalıştıkça senaryo onları kendi yarattığı “her şeyi affettirecek kadar güçlü(!) aşka” yönlendirmeye çalışıyor. Sadece Sefirin Kızı değil; Kadın, Fazilet Hanım ve Kızları gibi dizileri de buna örnek verebiliriz. Senaryo yazarları ve izleyici arasında bir savaş var ve bu en çok oyunculara zarar veriyor. Oynadığı rolden erken ayrılmak zorunda kalan, oynadığı rol fazla popülerleştiği için süresi kısıtlanan oyuncularımız var. Diziyi başladığında kabul ettiği rol tamamen değiştirilen oyuncularımız var. İzleyici ile girilen bu savaş ne kadar gerekli merak ediyorum.

Ülkede “güzel seven adamlar“ diye bir karakter kategorisi oluştu. Kadının özgürlüğünü savunan, iş hayatına katılmasını destekleyen, kıskançlık bahanesi ile ortalığı birbirine katmayan, nazik, akıllı, esprili bir dizi karakteri türü var. Tamam bunları çok seviyoruz, sorun yok. Peki bunun tam karşısında “güzel seven kadınlar” diye bir kategori var mı? 

Yok. Dizilerimizde kadının aşık olduğu adama verebileceği iki şey var: bekareti ve aşık olduğunu kanıtlamak için erkeğe göstereceği sonsuz tolerans. Türk dizilerinde kadının aşık olması demek akıl, mantık, vicdan, adalet her türlü ilke ve duygu bir kenara bırakılması ve kadın erkeğe teslim olması anlamına geliyor. Elbette Nare karakteri de bu anlayıştan nasibini aldı. Verebileceği bekareti yoktu ama sonsuz tolerans? Elbette... Şaşırmadım ama Neslihan Atagül gibi bir oyuncudan biraz daha farklı bir senaryo bekliyor insan ister istemez.
 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Teşkilat - Ana karakteri yok etmek mi, yok saymak mı?

Çağlar Ertuğrul ve Deniz Baysal tekrar aynı dizide olmasın lütfen!

Teşkilat: Biraz parlayan kadın karakterlerin hazin sonu... Anlamlı hikayeler kurmak yerine mış gibi yapma hastalığı...